YAVUZ’UN DEDİĞİ GİBİ OLMALI
16 Ocak 2023, Pazartesi 15:11‘Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.’
Ne de güzel şiirdir Orhan Veli’nin ‘Anlatamıyorum’ şiiri. Hani ‘Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda?’ dediği.
Nasıl bir sevgi ve aşkla yazdığı, okuduğunuzda da dinlediğinizde de kendini aşikâr ediyor. Ne şanslı bir kadın Bella. Henüz 16-17 yaşlarında o zaman. Eskrim şampiyonası için Ankara’ya gidiyor ve ablasını ziyaret ediyor. O gün ünlü şairle tanıştığı gün işte. Orhan Veli’yi gördüğü gün ve hatta düşünün ki; Sabahattin Eyüpoğlu, Melih Cevdet toplanmış sohbet ediyorlar tam da. Samimiyet ve yakınlaşma kısa süre sonra vücut buluyor. ‘Evimiz küçüktü ama muhabbetimiz büyüktü’ diyor bir röportajında daha sonra hanımefendi.
Bella köy enstitüsünde bir öğretmen. Orhan Veli sürekli yanına gidip geliyor lakin açılmakta çok başarısız. Kendi başına seven adam siluetinde. Bu sebeple hanımefendi habersiz bu büyük aşktan ve kendisine âşık olduğunu da çok sonra öğreniyor. Sadece bir kere ellerinin çok güzel olduğunu söylemişliğim var diyor Bella. Hepsi bu ve keşkesi de yok aslında.
Henüz otuz altı yaşında belediye çukuruna düşerek ölüyor Orhan Veli ne yazık ki! Anlatılana göre epeyce içermiş. Rum meyhanesi uğrak yeri imiş.
Alkol komasından mı şeker komasından mı bilinmiyor fakat sonuç olarak hayatını kaybediyor ve uğruna şiirler yazdığı Bella cenazesine gidiyor pek tabi. Bütün meyhaneci arkadaşları ordaydı diyor. Çok içermiş, hatta alkolik olmuş ne yazık ki. Onu alkolik eden aşk mıydı bilinmez ama daha çok yaşasaydı ne dizeler yazardı kim bilir.
Bella Hanım evleniyor tabi ve eşi hiç bilmiyor ünlü şairin eşine âşık olduğunu, aralarında bunun sohbeti hiç geçmiyor. Geçse kıskanırdı elbet. Sık sık mezarına ziyarete gitmiş habersizce ama şimdi gözlerim görmüyor, gidemiyorum diyor. En kuvvetli aşk kavuşulmayan mı? Dert zulüm çektiren mi?
Bu hanımefendi nasıl biriydi, neye âşık oldu şair acep? Bakırköy’de doğmuş Bella, birçok dil biliyor: Almanca, İngilizce, Fransızca… Seksen iki kişilik bir sınıfta Almanca Öğretmenine Almanca öğretiyor mesela. Düşünsenize dostlarından biri Sabahattin Ali. Sonra Coğrafya ve İngilizce derslerine giriyor. Bedri Rahmi sınıfına geliyor, Orhan Veli ise ziyaretine. Böyle bir çevre, nasıl etkilenmez insan? Hele ki edebiyat aşığı ise.
Dile dökemiyor gariban. Ondan mıdır bu garip akımı dedikleri bilmem. Türk şiirindeki eski yapıyı alaşağı edip, sokaktaki adamın aşkını mı dile getirdi bilmem, lakin bildiğim odur ki, yaşadığı aşk şiirlerine öyle yansımış ki, yıllar sonra bile her nesil hayranlıkla okuyup dinliyor.
Hatta her okuduğumda bu en ünlü şiirini, keşke anlatsaymış diyorum. Çoğu zaman yaşanılası olanlar sırf anlatılmadığı için yaşanılamıyor ne yazık ki.
Hadi aynı diğer bir konuyu tarihten de hatırlayalım. Yine harika dizeler yine aşk konu ve hatta karşımızda Yavuz Sultan Selim var:
“Cihan padişahi Yavuz Sultan Selim, Şam yakınına otağını kurdurarak burada üç ay kadar kalmış. Bir Türkmen kızı da, zaman zaman padişahın çadırına gelerek, otağın temizlik işlerini yapar, hünkâr çadırını tertibe ve düzene sokarak sıradan gündelik işlerle meşgul olurmuş. Yine bir sabah temizlik için geldiğinde, Sultan Selim’i görmüş. Türkmen güzelinin gönlü sultana, su gibi anîden akıvermiş gönlünü kaptırmış ona. Hani kalbin, her an bir halden başka bir hale geçmek gibi anlamları da vardır ya. Zamanla kalbinin içini, ince bir sizi sarmış genç kızın ve başlamış kalbi için için çürümeye.
Bir gün, gözü, hünkâr çadırının direğine ilişmiş, direğin üst kısmına şöyle bir satır yazma cesareti vermiş:
"Seven insan neylesin?"
Yavuz Sultan Selim, otağına yatmaya gelince, birden direkteki yazıyı fark etmiş," Bu da ne ola ki" diyerek uzun bir muhakemeden sonra, bir vehim ve bin endişe ile almış eline kalemi söyle bir satır da o düşmüş aynı direkteki dizenin altına.
"Hemen derdin söylesin."
Türkmen kızı, ertesi gün gelip baktığında otağın direğine, sevincinden ağlamış, o küçücük kalbi heyecandan göğsüne sığmaz olmuş, yer de onun olmuş âdeta gök de. Fakat koskoca cihan sultanına ilân-i aşkta bulunmanın, ateşle oynamak, ateş girdabına bilerek atlamak gibi ölümcül bir tehlikesi de varmış. Varsın olsun bu aşk, buna değer diye düşünmüş. Aldığı mesajı heyecanla hemen cevaplandırmaktan kendini alamamış ama yine de içinde bir korku kurdu varmış ki genç güzelin, yüreğini her gün diş diş, burgu burgu kemiren... Aşkın gücü, zoru ve korkuyu nefes nefes yaşayan o gencecik yüreğin imdadına yetişmiş derhâl. Bir satır daha yazmış aynı direğe.
"Ya korkarsa neylesin"
Yavuz Sultan Selim, akşam, çadıra döndüğünde, not düştüğü direkteki satır gelmiş aklına. Bakmış ve okumuş ki aşkın heyecanın ve korkunun karıştığı, tezat dolu sözcüklerin buluştuğu satırlar, bir mızrak gibi durmakta karşısında. Hemen o satırın altına bir mısra daha eklemiş, aşka yenik düşen koca padişah:
"Hiç korkmasın söylesin."
Bir aşkın karmaşık ve bulanık duyguları söyle dizilmiş direğin üzerine:
" Seven insan neylesin hemen derdin söylesin Ya korkarsa neylesin hiç korkmasın söylesin."
Sabahın olmasını sabırla beklemiş padişah. Seher vakti sırdaşı Hasancan'ı çağırtmış, derhâl bir emir vererek:
" Biz dahi merak edip onu görmek isteriz tez elden bu kızı huzura getirin."
Emir derhâl yerine getirilmiş ki Ahu gözlü, endamı hoş, alımlı, nazenin, ceylân gibi bir Türkmen güzeli… Hünkâr’ın emriyle derhâl bir düğün alayı tertip edilmiş. Eğlenceler, yemeler içmeler? Düğünün son gecesi, sırlarla dolu bu aşkın bilmecesi kader-i ilâhî tarafından çözülmüş, Çözülen bu kara baht çıkınından yayılan acı haber, şaşkına çevirmiş herkesi, yer gök âdeta üzüntüye, mateme boğulmuş. Ahu gözlü Türkmen dilberinin "Selim" diye çarpan saf ve küçük yüreği, bu büyük cihan sultanın aşkındaki sırrı kaldıramamış ve birden duruvermiş. O çadırın direği, bu olayın canlı fakat ketum şahidi olmuş asırlardır. Bu dünya hayatında vuslat nasip olmadığı gibi o gencecik yüreğe, buna fani âlemde bir çare de bulunamamış. Bu hazin gönül çarpılmasının ve gönül yangınının sonunda derler ki:
" Koca hünkâr, ağlamış" ve Türkmen kızına yaptırdığı mezarın mermer taşına, su dörtlüğü kazdırarak, dünyaya, aşkın gücünün karşısındaki çaresizliğini en güçlü orduları yenen koca hünkâr şöyle haykırmış:
Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felek
Giryemi kildi hûn eksimi füzûn etti felek
Sîrler pençe-i kahrimdan olurken lerzân
Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek."
[ Bilmem ki gözlerime felek nasil bir büyü yapti ki
Gözümü kan içinde birakti, askimi artirdi
Benim pençemin (gücümün) korkusundan aslanlar (bile) titrerken
Felek beni bir ahu gözlüye esir etti. ]”…
Bu aşk ki derbeder eder adamı,
varsın olsun mu Orhan Veli’nin anlatamadığı,
ya da sonunda ölüm bile olsa,
Yavuz Sultan Selim’in ‘derdini söylesin’ dediği gibi mi olmalı?…
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum