Elazığ
26 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.50
  • EURO
    34.97
  • ALTIN
    2438.7
  • BIST
    9716.95
  • BTC
    64641.34$

VAR FAKAT YOK

21 Mart 2023, Salı 11:19

                                                      

         Her şeyimiz var fakat kimseye ayıracak zamanımız yok. Eskiden birkaç günümüzü alan yolculuklar şimdilerde bir iki saate sığıyor. Haftalarca orakla biçtiğimiz buğdaylar birkaç saatte biçilir oldu. Bir zamanlar kimsenin aracı yoktu, akraba, dost veyahut büyüklerin ziyaretlerine gidilirdi. Şimdilerde imkânlar çok daha geniş fakat bir telefon açıp hal hatır sormak dahi yok değil mi?

 

        Televizyon yokken ya da o zamanlar mahallede belki bir belki iki evde varken sadece, çok değerliydi ve onca insanı bir araya topluyordu. Şimdilerde ne oldu? Evin her odasında bir televizyon neredeyse. Aynı evin içerisinde birbirimize gurbetçi olduk. İnternet ise iyice kopardı bizi birbirimizden. Yemek masalarında bile, oturduğumuz insanların yüzüne değil ekranlara bakar olduk.

 

     Çocukluğumuzda oyuncaklarımızın birçoğunu kendimiz yaptık; bez bebekler ya da telden arabalar… Çelik çomak vardı, beş taş, ip atlama, renkli renkli cam gibi güzelim bilyeler… Şimdilerde mi? Her çocuğun odasında yığınla oyuncak var. Alınan oyuncağın ertesi günü yüzüne bakılmıyor. Hâlbuki biz tek bir oyuncak ile yıllarca vakit geçirdik, kardeşimiz oldu, arkadaşımız sırdaşımız oldu o oyuncaklar. Yüzümüz gülerdi hem, hayal güçlerimiz daha geniş daha üretici ve estetik değerlerimiz daha kuvvetli bu yüzden. Telefon ve tabletlere gömdüğümüz çocukların hayal güçlerini ellerinden alarak teknolojiye gömdük ve duygusuz hissiz bir nesle adım attırdık memleketi.

 

      Her şey fazla oldukça o kadar değersizleşti. Yastık yorgan, tabak çanak, fincan bardak, her şey her evde bolca var artık. Odaları doldurdukça doldurduk, nefsimizi doyuruyorduk aslında. En güçlü kişi nefsini yenen kişidir diyordu hani? Biz evlerimizi gösteriş yeri yaparken aslında nefsimize ne kadar yenik düştüğümüzü sergiledik, ne acı…

 

      Çalışıyoruz, hem ne çalışma. Kazandığımızı harcayacak vaktimiz olmuyor sanal ortamdan alışveriş yapıyoruz. Gerekli gereksiz her şeye para verip sahte mutluluklar ile günübirlik mutluluklar elde etmeye çalışıyoruz. Çalışırken, yolda yürürken bir an önce hedefe varmak istiyoruz, oysa tüm güzellikler yolculuğun kendisinde değil miydi? Yol üstünde… Aceleciliğimizden, tüketim yarışlarımızdan, insani değerleri yitirişimizden olsa gerek kendi hayatımızdan sahte mutluluklar için vakit çalıyoruz.

 

        Geçenlerde iki çocuğun sohbetine tanık oldum. İnşası devam eden gökdelen diyebileceğim bir apartmanın yüksekliğine bakıp konuşuyorlar. “Bu evlerin sahipleri ne kadar da mutsuz olacaklar değil mi? Bahçeleri yok, tavukları yok, keçileri yok. Bir ağaçları bile yok.” Sessizce yanlarından yürüyüp geçtim. İnsan düşünmeden edemiyor. Şunca yaştaki çocuğun düşündüğünü biz olgun (!) insanlar düşünemiyor muyuz? İnsanın yaratılışı doğadan gelirken, onu doğadan uzaklaştırmak, genlerimiz ile oynamak gibi bir şey. Merhametsiz, duyarsız, makine ya da beton ruhlu çocuklar yetiştirmek için neden bu kadar çabamız, gayretimiz?

             Şimdilerde düşünüyorum. Neden işlerimiz kolaylaştığı halde zamanı yetiremiyor, bunca kolaylığa rağmen neden hiçbir şeyden keyif alamıyoruz?

 

             Çünkü azıcık bir esintiden üşüyoruz, biraz acıkınca sinirlenip çevremizdeki insanları kırıyoruz, ufacık bir öksürükte yorgan döşek yatıyoruz. Sevdiklerimize zaman ayırmak yerine gereksiz işler için vakti ziyan ediyoruz. Kendimizi her şeyden herkesten üstün görüyoruz. Dünyada bizim çocuklarımızdan başka çocuk yok, bizden başka kimse değerli değil diye bakıyoruz. Sadece kendimizden olanlara adalet merhamet gösterip hakkı hakkaniyeti öteliyoruz. Maneviyat ve inanç değerlerini rehber almadan yaşıyoruz.

 

             Güzel işler de var elbet, yaptığımızda pişmanlık duymayacağımız haller… Onlarla başlayabiliriz onarıma belki de:

              Hatır gözetmek mesela, vefa duymak, özür dilemek, teşekkür etmek, hal hatır sormak, gönül onarmak gibi…

              Dünya telaşına bir virgül koymak gerek o halde;

“Herkes (hepimiz)  yarın için ne hazırladığına baksın o zaman.”

 

              Bir düşünelim; gözlerimizde en pahalı markanın en güzel gösteren gözlüğü varken neden en güzel şeyleri göremediğimizi, ayaklarımızda en pahalı markaların ayakkabıları varken neden doğru yolda yürüyemediğimizi, üzerimizde kaz tüyü montlar varken yüreklerimizin neden ısınmadığını bir düşünelim. Ne garip… Her şeyin en iyisine en çok olanına sahip olsak da bu mutlu etmiyor bizi bugünlerde. Her şey var lakin değer yok. Bir şey aldığımızda o çocukluğumuzdaki kıpırtı yüreğimizde artık yok.

 

                 Galiba şükretmeyi unuttuk. İyiye kötüye düne bugüne şükretmeyi unuttuk. Asıl gayemizi unuttuk, var oluş nedenimizi unuttuk. Asıl çarenin nerede olduğunu unuttuk. O halde çare sadece O’ndadır. Merhem ve iyileşme ancak hakikat yolunda, hakikat ile yaşamaktır. İyi ki O var. Yoksa bu ağrılı başımızı, yorgun kalbimizi nereye koyabilirdik? Zorluklarımızın kolay olması dileği ile.

 

 

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.