Elazığ
05 Mayıs, 2024, Pazar
  • DOLAR
    32.34
  • EURO
    34.87
  • ALTIN
    2393.5
  • BIST
    10276.88
  • BTC
    64045.654$

ÜZÜLME

10 Nisan 2023, Pazartesi 12:18

         İnsan yaş aldıkça ya da tecrübe edindikçe kendi ile daha çok konuşmaya başlıyor, içsel bir konuşma bu. Pişmanlıkların, hayıflanmaların, keşkelerin öğrettiği derslerle kalbimize aklımıza yazılan yeni cümleler, yeni izler bırakıyor bizlerde. Tümceler bir metnin sonuç cümlesi gibi süzülüp, dilde yer buluyor kendine, sessiz bir diyalog ile soru sorup, cevap buluyor kendine.

 

         Dost meclislerine girmeyeli epey oldu, zira yarenlik edeceğini düşündüklerimiz biçim değiştirebiliyor. Bu şüphe ile insanlardan uzaklaşmamak elde değil. Ne diyordu bir sözde? “ Eskiden ne güzeldi; kadınlar utanır, erkekler kıskanırdı. Şimdi Mecnun küpeli Leyla şüpheli.” Bu sebeple birkaç hüsran cümlesi dökülünce dilimizden, “seni kuyuya atmışlarsa güzelsin demek”  oldu karşıdan gelen cümle. Bu güzellik göz kaş güzelliği değil elbet. Dert çekmeye layık görülen bir gönül güzelliği olsa gerek bu.  O kalp güzelliği ki her vakit iyilik yapma isteği ile çarpar.

   

       Her vakit iyilik yapma isteği çekici gibi gelse de bir vakit sonunda kalıcı bir ağırlık bırakır insanın yüreğine. Güzelliğine, duruşuna inandığımız insanlara iyilik için vesile kılmıştır Yaradan bizi. O vakit bilmeyiz ki bu bizim imtihanımızdır. Zamanla hayal kırıklıkları ile vardığımız sonuç bize gösterir ki, yüreğimize bırakılan ağırlık bizim sınavımız, sabrımız imiş.  Bugün olsa yine yapar mıydık? Yapardık elbet. Bizi iyiliğe vesile kılana hamd olsun. Bizim baktığımız pencere dupduru berrak bir su manzarasıdır, kimi zaman gökyüzünün mavisini alır, kimi zaman ışıl ışıl yapraklı ağaçların yeşilini alır.

 

       Üzülme deriz kendimize; kapalı durmakta ısrar eden pencereleri duvardan saymak gerekir. Duvarlar bile söyleye söyleye çiçek açar sandık, o duvarlar beton imiş meğer. Biz duvar aralarından baş çıkarmış çok linda çiçeği, yaşama inat salınmış çok sarmaşık gördük. Belki de aldanışımız bundandı. Çünkü bizim sevmelerimiz duvara bile çiçek açtıracak cinstendir. En içli türküleri dahi yaksan karşısında, duvar gözyaşı döker mi?  Üzülme deriz kendimize, “ Ben bağrını toprak sandım taş imiş,  meğer taşa tohum ekilmez imiş” diye şair boşa mı demiş? Biz olanların özünde yatan sebebe bakarız. Ömrün yarısı sabır, diğer yarısı şükürdür derler. Olanlara sabredeceğiz ki, şükür sebeplerimiz çoğalsın. 

 

      Her şey zıttı ile var tabiatta. Kötülüğün varlığı iyiliğe işaret değil mi? Kötülük görünce iyilikten vaz mı geçmeli? Hayır, onlar yapılan iyiliklere layık değildir, sen iyilik yapmaya layıksın ya, bundan öte güzellik mi ola? İşte bu sebeple bizi bu iş için görevlendirene şükür farz ola!

 

     Uzun uzun düşünürüz bazen, sohbet ederiz kendimizle, mevzuları tek tek düşünürüz baştan sona. O vakte kadar içimiz bir karamsarlıklar ülkesi iken o vakitten sonra kalbimiz huzur kasabasına dönüşür. Neden herkese bunca vakit kendimiz gibi bakmışız, niye bunca ısrar? Gözlerimizi kusur görmekten bir türlü kör edememişiz. Hepimiz sahnede bizlere verilen rolleri üstlenip, oynayıp çekilmeliymişiz. Niye bunca çaba? Niye kendimizi zorla sevdirme gayreti? Ancak sarraf olan anlar değerli taştan. Aksi halde çakıl taşından farkın ne ola? İnsanların içindeki nefis, haysiyet, ar, kötülük ne kadar değiştirilebilirdi? İnsanların bu kadar kötü olabileceğine inanmak istememizin ısrarı neden? Evet, her şey zıttı ile vardı değil mi? Zıddını kendin gibi yapma çabamız niye? Bu kadar harap olmak beyhude değil mi? Bizi yaratan asıl oyunun yazarı değil mi ve O zaten hem hâkim hem  de şahit değil mi?

 

     Şimdi düşündüğüm tek şey var:

          Sahip olduğum her şeyi yitirdiğimde beni ayakta tutacak olan nedir?

 Neyi unutmuştuk aslında:

          Her hayırda bir şer, her şerde bir hayır vardı. Değil mi? Çok şükür her geçen gün bunun iyice farkına vardık. Başımıza gelen musibetlere baktık; bizi Allah’tan uzaklaştırıyorsa ceza bildik, bizi O’na yaklaştırıyorsa imtihan bildik. Hamd olsun!

    

        Hayatımızın herhangi bir kesitinde geçirdiğimiz kötü günler, inanılmaz hikâyeler yaratabiliyor. Girdiğimiz yanlış yollar, bazen saptığımız patikalar yine de doğru yerlere götürebiliyor bizleri. İnsan bazen başkaları için en iyi yolu değil, kendi ve geleceği için en doğrusunu seçmenin elzem olduğunun farkına varıyor.  Doğrusu da bu değil midir zaten? Bugün, yüreğime nezaketi hoşgörüyü öğreten her zor güne, her acıya şükrediyorum ve itiraf edeyim ki herkesi memnun edemediğim için üzgün değilim. Zira tasvip etmediğimle anlaşamadığım,  kabul etmediğim hayâsızlıkla mücadele etmişliğim vardır davamda. Bu sebeple, ben, bana öğretilmek istenen neydi ona bakarım. Bu yalancı dünya hayatı sadece geçici bir sahnedir ve oyunlar oynanır, hikâyeler sona erer. Arda kalan bize bıraktığı his, aldığımız özdür. Biz heybemizde olana bakar, yolumuza devam ederiz. En nihayetinde aslolan bizlere biçilen roller değil, seçtiğimiz rollerdir.  İyiliğe aracı edene şükürler olsun.

        

         Üzülme diyorum kendime, insan kirli bir nehir, kirli bir nehri kirlenmeden içine alabilmek için deniz olmak gerek. Bundan sonrasında deniz olmanın vakti gelmedi mi?

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.