GÜL Kİ GÜLLER AÇSIN AL YANAĞINDA
21 Mart 2024, Perşembe 16:04GÜL Kİ GÜLLER AÇSIN AL YANAĞINDA
Yazıyı okumaya başlayan sevgili kardeşlerim, sizden küçük bir ricam olacak. Burada durun ve şimdi yazının başlığındaki türküyü açın lütfen. Yazının devamını bu türküyü dinleyerek okumanızı isterim. O vakit daha etkili olacak sanırım dizeler satırlar... Hele de türküleri seviyorsanız, sizi alıp nerelere götürecek bu türkü kim bilir? Hepsi ayrı bir tat ayrı bir cevher…
Türküler kalbimizin dili, başımızda esen sevda yeli. Ana, bacı, kardeş, gurbete gidip dönmeyen evlat, hasret çeken sevgili… Yardır, anadır, Anadolu’dur türküler.
Türkülerin olmadığı ovalarda çiçekler açmaz, kuşlar ötmez, akmaz derin dingin ırmaklar özleme; bahçeye dikilen ağaçlar yaprak vermez türküler olmayınca... Çiçekler kokmaz türkülerin geçmediği yollarda...
”İnsanların türküleri kendilerinden güzel/ kendilerinden umutlu/ kendilerinden kederli/ daha uzun ömürlü kendilerinden/ sevdim insanlardan çok türkülerini/ insansız yaşayabildim/ türküsüz hiçbir zaman...” derken Nazım Hikmet, türküleri övmüyor, sanki yaşıyor...
Türküler umut, hasret, vefa, yaren ve yüreğimizde kıvrım kıvrım dolanan ince bir yol sılaya uzanan gurbet ellerde. Dermandır dermansız kalanlara... Yüreğin gurbetinde büyüyen, özlemleri kor kor, buket buket sunan iki damla hasret çiçeğidir türküler... Yüreğimizdeki sevgi kıpırtılarıdır, aşk pınarıdır gürül gürül hasrete akan...
Yaşama sevincinden tutunda ölüm acısına kadar, vefayı, vefasızlığı, hasreti, sevgiyi, inancı, direnci, aşkı türkülerle dile getirmiş, türkülerle seslenmişiz yâre, yarene… İçimizi, acımızı, sevdamızı türkülere dökmüşüz, türkülerle bölüşmüşüz! ...
Bir avuç dua yapmışız onları da söyleyemediklerimizi türkülere dökmüşüz, bir damla su olmuş çölümüzde türküler. Yüreğimizde ateşlerle dağlanan volkanlar kadar dağlayıcı, özlemler kadar sıcak ve yakıcı olmuşlar. Aynı zamanda da bahar yelleri gibi serin ve dağ başında taze hava gibi nefes olmuş türkülerimiz…
Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun dizelerinde:
“Ah bu türküler
Türkülerimiz
Ana südü" gibi candan
Ana südü" gibi temiz
Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz”.
Türküler kanatsız kaldığımızda kanadımız, efkârlı olduğumuz ve yalnız kaldığımız gecelerde tesellimiz olmuştur. Sesimizim çıkmadığı yerde sesimiz, nefesimizin kesildiği yerde nefesimiz olmuştur türküler... Hatta en keyifli zamanlarımızda halayımız, mendilimiz, neşemiz olmuştur değil mi?
Bazen toprağa düşen su damlası gibi düşüp yüreklerimize ayrılık ateşini söndürmüş, yağmur olup bizi vuslatına erdirmiş bazen. Bizim canımız, coğrafyamız, anamız, yârimiz, gurbet ellerde tek teselli kaynağımız olmuş türküler. Memleketin başı dumanlı dağlarından, yemyeşil ovalarından, bağlarından, derelerinden kuşlarla haber beklemiş, seher yelleriyle selam yollamışızdır sevdiklerimize türkü türkü.
“Ah bu türküler, köy türküleri
Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak
Hilesiz hurdasız, çırılçıplak
Dişisi dişi, erkeği erkek
Kaşı kaş, gözü göz, yarası yara
Bıçağı bıçak.
Ah bu türküler, köy türküleri
Karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi
Kiminin reyhasından geçilmez
Kimi zehir, kimi zemberek gibi.”
Geceleri uzanıp kalınca yataklarımızda; bir türkü nağmesi gelmeyiversin kulağımıza, dumanlanır hemencecik gözlerimiz; ince ince bir sızı sızar yüreğimize... Türküler damlayan gözyaşlarımız olur yağmurlu gecelerde, yanağımızdan süzülen pınar oluverir de ay yüzlü yârin ceylan gözleri, bebek yüzleri durur adeta karşımızda.
Türküleri Cengiz ÖZKAN, Muharrem TEMİZ bilip, “Mahsuni” gibi uğurlarken, ardından yolladığımız ağıtlar
olurlar kimsesiz mezarlara... Biliriz ki; türküler de, türküleri yakanlar da çok hislidir...
Yine de en acılı günlerimizde bile bizi terk etmeyen en vefalı sadık dostlardır türküler, sevdiğimizdir ele - güne, dosta - düşmana karşı...
Türküler değil midir, buram buram hasret kokan; toprak gibi, emek gibi, ter gibi, bir çocuğun elindeki taze sıcak köy ekmeği gibi... Türküler değil midir dünyanın en muhteşem gelini, en eli öpülesi annesi? Türküler değil midir özümüz, sözümüz, gözümüz; yollarda yoldaş olup dağlar denizler aşan bizimle? ...
Anamızın gözünden bir damla yaş olup süzülen, sevgilinin yüzünde gonca bir gül olup açan, gurbette hasretimiz, sılada ayrılığımız, eşimiz, aşımız, kızımız, oğlumuz… Dostumuz, sırdaşımız, bizi ağlatan, kimi zaman da keyiflendiren Türküler değil midir?
Türkülerimiz acılardan damıtılmış gözyaşı, yangınlardan yüreğimize düşmüş madımak, mevsimlerden bahar, vakitlerden akşam; çiçeklerden gül, figanda bülbül, kuşlardan turna, peygamberlerden Yusuf ve Muhammed…
Biliriz ki, türküler baharda ruhumuza işleyen erik ve badem çiçekleri gibidir, yeni yetme sevdalıların dilinden rüzgârlarla savrulan, pınarlarla coşan haykırışlardır... Biliriz ki, bülbüllerin gözyaşlarıdır güle kavuşma adına türküler... Biliriz ki, bahar yağmurlarında tomurcuk tutmuş dalların meyveye kavuşma sevinci gibidir türkülerimiz. Güz yağmurlarında bülbülün gülden ayrılacağının hicranıdır onlar. Biliriz ki, türküler Anadolu insanının dilden, gönülden söylediği kâh ağlayan, kâh ağlatan, güldüren, sevindiren duygu dolu gönül sesimizdir. Rüzgâr olup şahlanan, sel olup coşan, deniz olup dalgalanan yaşama sevincimiz, vefalımız, vefasızımız, aşkımız, sevdamızdır:
“Ah bu türküler, köy türküleri
Ne düzeni belli, ne yazanı
Altlarında imza yok ama
içlerinde yürek var
Cennet misali seven
Cehennemler gibi dövüşen
Bir çocuk gibi gülüp
Mağaralar gibi inleyen
Nasıl unutur nasıl
Ömründe bir kez olsun
Halk türküsü dinleyen...”
Kimi rüzgâr olup yaylalara seslenir, kimi hasret olup, aşk olup yüreklerde beslenir ve dinledikçe gönlümüz türkülerle dolar... İşte onlardan biri dinlediğimiz türkü:
Gül ki güller açsın gül yanağında
Yanım sola dönük yatam sağında
Firdevsi alada (gız) irem bağında
Sana benzemeyen gül olmaz olsun!
Yılda iki bayram gözüme görün
Hasretine dayanamam ölürüm
Bedir saçı sırmayınan örgülüm
Varsın sensiz geçen yıl olmaz olsun.
Dağladın sinemi göz göre göre
Bir gönül içinde yar yandım bin kere
Çunacağım yoktu çundurdun ele
Elde senin gibi de yar olmaz olsun
Ettin Kul Duranı derde müptela
Açtın şu başıma bin türlü bela
Yetmeye muradın yarına kala
Her dem iki yakan bir olmaz olsun
Dillerin ellerin yar koynunda kala
Her dem iki yakan bir olmaz olsun!
Bu güzel sözler birleşince müziğin eşsiz ahengi ile insan sormadan edemiyor; ne yaşamış da yazmış bunları Kul Durani? Türküden başka ne anlatırdı böylesini, yılda iki bayram görmeye razı olup, yâre benzemeyen gülü çiçekten saymayanı? Ah bu türküler; hoyratı, uzun havası, deng beji…
Bitti mi dinlediğimiz türkü? Başka söze ne hacet, hadi gelsin o zaman benden size bir diğeri:
“Kayanın dibinde mal mı yayılır, döşeğin üstünde nar mı soyulur? Bir kere görmeyinen yar mi sevilir, gecesi gündüzü bir olmayınca? ...
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum