GELSİN BAŞLA GÖZ ÜSTÜNE!
27 Mart 2023, Pazartesi 12:52
Günlerdir bolca yağmur yağmakta. Uzun süredir hasret kalmıştık su damlalarına. Işıl ışıl parlayan damlalar pervazlarda mücevher gibi durup, ruhumuzu dinlendiriyor. Toprakla bütünleşince, çocukluğumuzdaki kokuya götürüyor bizi. Hele de Ramazan ile daha da maneviyat kazanıyor sanki. Namaza yetişmek için koşar adım gidişlerimiz, azlı çoklu ıslanışlarımız… Bir bardak çay ile şehri, ışıklarını izlemelerimiz huzurla…
Sanki yağdıkça temizliyor musibetleri, hasetleri, silinmesi gereken tüm kötülükleri… Akıp gidiyor yollardan, ferahlıyor yeryüzü gökyüzünün sayesinde. Rahmet yağıyor biliyoruz. Çiçek çiçek dal vermiş ağaçlar tutunmaya çalışıyor her bir damla çarptıkça yapraklarına. Kiminin altı pembe pembe kiminin beyaz iyice. Yağmur vurdukça dökülen çiçek yaprakları toprağı renklendiriyor iyice. Bu bir iyileşme, bu bir canlanma, doğaya, toprağa, dağa taşa, kıyıya, tarlaya, binaların varsa ufak bir parça bahçesine… Yüreklerimize peki, niyetlerimize, ahlakımıza, ya düşüncemize? İnsana olan inancımızı kaybetmek istemiyoruz ve inanıyoruz ki doğa döngüsü kendini her mevsim yeniledikçe sahip olduğu güç ile tahrip olan maneviyatımızı da yeşertiyor sanki iyileştirip tekrar tekrar affediyor bizi.
Topraktan yaratılışımızdan mıdır bilmem ama tabiat olayları sanki bizi etkiliyor değil mi? Kar yağınca da böyledir aslında. Her yer beyaza bulanınca, sanki tertemiz oluyor vicdanlar da. Mevsim ne olursa olsun insan tenkit etmelidir kendini. Şöyle diyorum, çayımızı kahvemizi alsak elimize, geçsek aynanın karşısına, on dakika incelesek kendimizi. Kendimizle konuşsak, eleştirsek aynadaki ‘Ben’i. Bizdeki fenalıkları da yağmurla karla eritip atsak.
Kötü yönlerimizi söylesek, iyi yönlerimizi. Biraz kendimizin dedikodusunu yapsak mesela, kendimize ettiğimiz kötülüklerden bahsetsek mesela. Sonra aynadaki suret için yapabileceğimiz iyilikleri planlasak ve bıraksak başkası hakkında konuşmayı, kendimize baksak. İşte o vakit düzelecek her şey, güzelleşeceğiz, ışık saçacağız etrafımıza. Güneş açacak o vakit, hatta gökkuşağı çıkacak.
Derler ki; insanın kendine ettiği iyiliği de kötülüğü de kimse ona etmez. Sahi ne doğru lakırdı. Ne dersiniz deneyelim mi? Önce kendimizden başlasak, belki kendimize ettiğimiz kötülüklerin farkına varırız değil mi?
Doğa olaylarını da günlük yaşantımızda başımıza gelen olayları da düşününce baktığımız pencere çıkıveriyor karşımıza. Bazılarımız musibet olarak görürüz, kimimiz imtihan deriz ya da ceza.
Hz. Ali'ye sordular:
-"Başımıza gelen sıkıntılar, imtihan mıdır? Yoksa ceza mı?"
İlmin Kapısı cevap verdi: “Eğer bizi Allah'a yaklaştırıyorsa imtihandır. Uzaklaştırıyorsa cezadır.”
Bu yüzden başımıza gelenlere ceza gözüyle bakmamak lazım gelir. Niye sürekli benim başıma geliyor, ben de mi bir sıkıntı var demeyelim hemen. Keza ALLAH en çok musibeti en sevdiklerine vermedi mi? O’ndan gelen başla göz üstüne.
“İnsanların en çok musibete uğrayanları evvela peygamberlerdir, sonra derecelerine göre (Veliler ve Salihler) gelir. Kişi dinine göre bela ve imtihanlara maruz kalır. Eğer dine bağlılığı varsa, belası daha da artar. Fakat dininde gevşek yaşıyorsa ona göre musibetlerle karşılaşır. Kişiye belalar gelir gelir de artık onun üzerinde hiçbir günah kalmaz.” (Tirmizi, Zühd 57; Ahmed b. Hanbel, I/172, 174)
Başımıza gelenleri bağa bahçeye çevirmek vardır, cehennemîn ateşli kuyusunda alevlere çevirmek de var. Bağ bahçe nasıl oluşur? Sabırla elbette. Toprağı kazacaksın, tohumu ekeceksin, suyu vereceksin, gerektiğinde budayacaksın. Hemen aynı yıl da ürün vermez üstelik bekleyeceksin, sabredeceksin. Güneşi alacak, rüzgârı alacak, kar suyunu alacak ki büyüyüp serpilsin. Sabır gerek sabır. Meyveyi dalından koparmak için sabır ve gayret gerek. ALLAH sana meyveyi verecekse sebat şarttır, meyve vermedi diye bir yılın sonunda söküp atarsanız yazık etmiş olursunuz. Musibetlerin de imtihanı böyledir. Beklemeyi, musibetten çıkacak meyveyi alabilmeyi öngörür.
Sıkıntı ve zorluklara katlanan, belaya sabredip kazaya rıza gösteren samimi insan, sahte olanından; sağlam bir imana sahip olan insan, dine kıyısından köşesinden gevşek bağlananından; sadık ve ihlaslı insan, riyakâr olanından ayrılır. Böylelikle tövbe edip arınan (temizlenen) günahında ısrar edenden; itaatkâr olan isyankâr olandan, sabreden şikâyet edenden, şükreden nankörlük edenden, mücadele eden gevşeklik ve tembellik edenden seçilip ayırt edilmiş olur. Bu sebeple musibetlere asla bela gözüyle bakılmamalıdır. O’ndan gelen başla göz üstüne.
Rabbim bizleri sıkıntı ve musibet anında sabır ve metanetini koruyan, takdir-i ilahiye teslim olan, Mevla’ya tevekkül edip O’na ümit bağlayan, tıpkı yağmur ve kar gibi yeryüzüne inen sonra buharlaşıp tekrar gökyüzüne çıkan yağışlar gibi, Allah’tan gelip tekrar O’na döneceğini aklından çıkarmayan kullarından eylesin. O’ndan gelen başla göz üstüne, buyursun gelsin.
Ben o gözle bakarım, bela beni O ‘na daha da yaklaştırdıysa ben kazanırım. Her türlü haksızlık, haysiyetsizlik, nefissizlik, arsızlık, yalan ve iftira ile içli dışlı olan sadece imtihanıma dublör seçilmiştir.
İnsan çevresine bakıp örnek almaz mı? Bir yağışın toprağa can verdiğini, diğer yağışın önüne geleni alıp götürdüğünü görür değil mi? Benim baktığım pencere yemyeşil çayır gibi, masmavi gökyüzü, billur dere gibi, renk cümbüşüne sarılmış çiçek bahçesi gibi. Bize gelen musibet bizi daha da güzelliklere ulaştırmak için açılan yol gibi. Senin çirkinliklerin benim güzelliklerime ancak musibet gibi. Gelsin bakalım, O’ndan gelen başla göz üstüne.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum