sohbet odalarıdini sohbetleromegle tvtürk sohbetdini sohbetcinsel sohbetçanakkale psikologtıkanıklık açmagaleri yetki belgesi nasıl alınıryalama taşıbets10 girişdeneme bonusu veren sitelerdeneme bonusudeneme bonusu veren sitelerdeneme bonusu
Elazığ
26 Aralık, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    34.06
  • EURO
    37.74
  • ALTIN
    2730.4
  • BIST
    9833.22
  • BTC
    57646.840$

BU BİR DERS!

20 Şubat 2023, Pazartesi 11:03

Hz. Ömer zamanında çokça şiddetli depremler meydana geliyor. Günlerce sürüyor deprem, bitmiyor. İnsanlar koşarak yanına varıyorlar. “Deprem oluyor Ömer ne yapalım?” Hz. Ömer de “gidin tövbe edin” diyor. Gidip tövbe ediyorlar; “Ömer tövbe ettik” diyorlar. “Gidin namazlarınızı kılın, helalleşin birbirinizle. Çünküdepremzulümden olur” diyor Hz. Ömer ve gidip helalleşiyorlar. Deprem hala durmuyor. Hattap oğlu Ömer eline bir kamçı alıyor. Sanki bir hayvanı döver gibi, sahabi diyor elindeki kamçıyla yere vurmaya başladı. “Sakin ol” dedi “sakin ol, senin üstünde tövbe edenler var. Senin üstünde Allah’a iman edenler var.”

                 Başımıza kötü bir iş geldiği vakit; “ne günah işledim de bana bu reva görüldü?” deriz.  Ne günah işledik? Her birimizin kendini sorguladığı oluyor. Acziyetimizin farkına her vardığımızda kendimizi daha da fazla sorguya çekiyoruz. Hepimiz suçluyuz; her alanda yaptığımız yanlışlarla bedel ödüyoruz belki de… Ya da küçük bir hazırlık mı yaşıyoruz kıyamete?

               Depremin bilimsel açıklaması elbette mevcut. Yerkabuğu içindeki kırılmalar nedeni ile ani olarak ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yer yüzeyini sarsma olayı. Fakat her şeyin bilimle açıklanamayacağını iki yüz kırk sekiz saat sonra enkazın altından sapasağlam çıkan depremzedeyi inceleyip, konuşan doktorların ağzından duyuyoruz zaten değil mi? Sağlıklı bir bireyin üç gün susuzluğa dayanabileceği bilimsel gerçeğini de göz önüne alırsak… Bu sebeple manevi yönünü yetersiz bulanlara en iyi cevap bu oldu sanırım.

             Şimdi varıp üstünde biraz düşünelim mi? İlkokul zamanı sıra olduk, daha yaşımız yedi ya da sekiz; “Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun.” En yalın hali, otuz üç yılındaki dizeleriyle… Ezberci, sadece dilde olan hali ile süregelen andımız. Ant neydi? Kendi kendine söz vermek, öte yandan ant kelimesi Allah’ı veya kutsal bir kişiyi tanık göstererek yemin etmekti. Şimdilerde iş başında olan bizler, hangimiz içtiğimiz bu anda sadık kaldık tam manası ile? 

“Yerküredeki başka topluluklara göre birçok yönlerden önde olan toplumumuz hak etmediği bir yetersiz ve kötü sistemin esiri halindedir. Tarım devrimini doğru biçimde yapamadık. Mühendislerimizin ve doktorlarımızın dışarı çıkmasını önleyemedik. Köylüyü eğitemedik. İnşaat sektörünü iyi mühendislerden çok haydut ruhlu insanlar doldurdu. Bütün bu olayların dikkate alınması ve yaşadığımız ülkenin işleyişini seçilmişlere veya tayin edilmişlere değil seçenlere de bırakmanın gereği ortaya çıkıyor. Yurttaşlık dört yılda bir sandığa gitmek değil, her an ne olup bittiğini kontrol etmektir.” diyor İlber Ortaylı.

           Bu ülkede tarımdan-hayvancılıktan ticarete, turizmden eğitime, sağlıktan şehirciliğe,  sanayiden ulaştırmaya, adaletten maliyeye, spordan kültüre… Bakanlığının bulunduğu birçok alanda yetersiz ve adaletsiz atamalar, yönetim ve işleyişteki eksiklikler…  Kısacası liyakatsizlik. Her birey kendini yenilemeli, içinde bulunduğumuz manevi değerlere ters düşen yaşayış biçimlerimizi terk etmeli. En başta buna niyet etmeliyiz elbette. Hep ben ya da benimkiler gibi bencille düşünceler bizi bugün kaçınılmaz olaylar ile karşı karşıya getirmiştir. Geçmişteki büyük depremlerin birçok uygarlığı yok ettiği gerçeğine bakarsak, bütün halinde yok olmadığımıza şükretsek azdır sanırım.

        Biz insanoğlu çok çabuk unuturuz ders çıkarmamız gerekenleri. Her bir kardeşimizin sabah kalkmak, işe gitmek, ne yemek yapacağını düşünmek, sevdiklerine güzel sözcükler söylemek gibi düşünceleri vardı belki de. Bazıları ne olduğunu bile anlayamadılar.Yutkunamıyor insan. Kare karezihnimize kazınan o sahneler, dualar, gözyaşları. Toplu mezarları yalnız bırakmayan onca cennet kuşu… 

“O’ndan başka her şey yok olacaktır”.Bediüzzaman Hazretlerinin ifade ettiği gibi o âlem “taşıyla, toprağıyla hayattardır. Sen bir ağaca gel desen hemen gelir.” Taşın ve ağacın bu kadar değişeceği ahiret âleminde, bu terakki yolculuğundan bütün eşya hissesini alacaktır şüphesiz. Ne cennetin bağları dünya bahçelerine benzer, ne cehennemin ateşi dünya ateşine. Bu değişimle, eşyanın dünyadaki halleri bir bakıma helak olmuş, ortadan kalkmış gibi olur. Yıkımların dünyadaki hali bu ise vay halimize… Asıl olanı düşünmek bile ürkütüyor bizleri.

         Gerçek hayat olarak algıladığımız bu geçici sahne üzerinde bize verilen süre zarfında, rolümüzün hakkını verebilenden değil de iyi ve istenilen karakterler olabilmeyi seçmek ümidi ile, her kötülüğün içinde az da olsa iyilik tohumları olduğunu bildiğimizden, temennimiz odur ki en alttan en üste varan basamaklarda dürüstlüğü ant olarak içmemiz gerekmekte. Hizmetliden, ev hanımına, tarlada çalışan köylüden bürokratına hepimiz insanız ve elde ettiğimiz apoletlerin bizi insani yönlerimizden alıkoyamadığı bir yaşam ve düşünce şekli ile dürüstlüğü başucu ilkesi edinme muradını vicdanlarımıza çivilemeli, zira her alanda yapılan eksiklik, yanlışlık ve haksızlıklar yine o alanda büyük zararlara neden olmaktadır. Naçizane bir an önce kendimize çekidüzen vermemiz gerektiği bilincini edinmeli ve hiçbir şeyi ertelememeli...

        En güzel tabakları sofraya koymalı, söylenmemiş en güzel dizeleri sevdiklerimize söylemeli, her mevsimi şanına layık yaşamalı, bir çiçeğin açışına şahit olmalı, en önemlisi seher vakti geldiğinde dağıtılan rızıkları içeri almalı…

       “Hayat ancak bir oyalanma yeridir.” O halde nedir bu boşa uğraşlarımız? Ders çıkarmak için ne geç kaldık ne de erkendir.  Gün bugündür. Çehremiz neşe ile, yaşantımız hakkını verecek tefekkür ile geçsin. Kendi dünyamızda yaşadıklarımızınya da sonunun yaklaştığını açık bir şekilde fark ettiğimiz bu geçici dünya içinde yaşanılanların sadece bir sınavın içindeki çeşitli sorular ya da sorunlar olduğunu bilip, bu sınavı geçebilmek gayreti ile… Sevgi ile.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum