KİMLİK VE BENLİK
KİMLİK VE BENLİK
Kimlik, çok boyutlu ve çeşitli bir kavramdır. İnsanlar birden fazla kimliğe sahip olabilirler. Hepimiz, içimizde bağlılık için savaşan, potansiyel olarak çelişik bir dizi kimlikle yaşarız. Erkek‐kadın, normal ya da eşcinsel, milliyetçi‐çevreci, Britanyalı ya da Avrupalı… Bu liste uzatılabilir, dolayısıyla muhtemel aidiyetler de bu şekildedir. Dolayısıyla kimlik, bazı insanlarla nelerinizin ortak olduğuna ve sizi başkalarından neyin farklılaştırdığına ilişkin ait olma sorunudur (Weeks, 1998,85’den aktaran Karaduman. 2010. 2887).
Kimlik içinde çeşitli soruları barındıran bir sorunsaldır. Bu durumda soruların odak noktasında, “bireyin kendisini ne olarak tanımladığı ve konumlandırdığı ya da “kendisini diğerlerinden ayırt eden özelliklerin neler olduğu” bulunur. Bu soruların özünde yatan şey ait olma ihtiyacıdır. Aitlik, kişinin özsaygısını yükseltebilmek adına önemli bir ihtiyaçtır. Bir grup aidiyeti temelinde oluşan kolektif kimlikler, beraberinde bağlanmayı ve bütünleşmeyi getirir. Sosyal ilişkilerin devamlılığın sağlanmasında kimlik, bu anlamda insanları bir arada tutan bir sosyal bağ ve çimento özelliği gösteren bir nitelik taşır. (Karaduman. 2010. 2887) toplumsal bütünlük içerisinde yaşayan birey bu aitlik duygusu içerinde insanlarla bağlanarak kendini daha güvende hissederek kendisini konumlandırma sürecini bu yapı içerisin de oluşturur ve bu yapı içerinde konumlanan birey herkesleşerek yeni bir kimlik oluşur böylelikle toplumsal bütünlüğün devamı sağlanmış olur.
Kimliğin en belirgin bir diğer özelliği olan aidiyet duygusu da kimliğin toplumsal yaşam pratiği içerisinde kendini tanımlarken bunu biz ve dışımızda ki dünya olarak belirler dışımızda ki dünya dediği olgu öteki üzerinden konumlandırırken kimlik inşasında önemli yer tutan biz ve öteki algısı kendinle aynı olana olumlu yaklaşırken ötekine olumsuz atıflar da bulunup olumsuz nitelikler yapıştırmaktadır.
Kendimizin kendimiz olabilmesi için ötekinin gerekliliği, ötekinin kendiliğin varoluş koşulu olduğu anlamına gelmektedir “Nasıl öz‐bilinç sahibi varlık olarak insan benliğini en iyi biçimde diğer benliklerden farkıyla ortaya koyuyorsa, kültür blokları da kendi dışındaki diğer kültür bloklarından farklarıyla, ayrıldıkları noktalarla kendilerini ortaya koyarlar. Ancak burada özen gösterilmesi gereken nokta, reddedilecek ‘öteki’nin daima kimlikle birlikte bulunduğu ve ‘öteki ’ne ne ölçüde varsa ve belirginse kimliğin de o ölçüde belirginleştiğidir. Özetle, ‘ben’ ancak ‘öteki’ ile var olabilirim. Çünkü ben, o olmayanım. Bu durum hem bireyse hem de grupsal kimliklerde geçerlidir. Örneğin ‘ben erkeğim’ ifadesi ‘kadın olmayan’ olarak beni belirliyor ya da ‘İngiliz’im ifadesi, Türk, Fransız vb. diğer tüm ulusal kimlikleri reddederek beni belirliyor (Türkbağ, 2003,21).
Hall’e göre (1998,41); öteki ve biz ilişkisi, birbirini tamamlayan bir ilişkidir. Ötekini dışlarken, bizi, bizi oluştururken de, ötekini biçimlendiririz. Biz, kendisinin nerede olduğunu, ne olduğunu bilir ve geri kalan her şeyi, buna göre konumlandırır. Kimlik gelişimi, ötekilere uygun yanıtlar bulabilme çabasına bağlıdır. Birey kendi bir kişidir ama toplumun bir bireyidir. Kendinin bilincindedir, ama toplum onu tanımlar, yaşamı kendinindir, ama toplumda sürer; bu durumda tek bir benlikten de söz edilemez. Giddens’ın da aktardığı gibi, Fromm da, kişinin benliğini yitirip, kültür kalıplarının sunduğu kimliklerin benimsenmesinden söz etmiştir. Kültür söylem ile yansıtılır. Toplumsal yaşam, bu sürekli devingen söylem üretim ve yorumlama işlemleriyle akarken, özneler ortama göre konum ve yaşantılarını birey olarak korumak ya da yitirmek arasında sürdürürler (Ilgın, 2003:291). Sonuçta kimlik, ötekilerle kurulan ilişkilerle varlığını sürdürür. “Bu yönüyle ‘öteki’, varlığıyla potansiyel bir tehdit ve çatışma kaynağı olarak kolektif kimliğin kendini keşfetmesini sağlar” (Bostancı, 1999,38).